Bela Olayı

Bela Olayı nedir


Dünyada hiçbir şey yok iken, daha dünya yok iken Allah canlarımızı yaratmış ve huzurunda toplayıp cemalinden bir numune göstererek “Elestü bi Rabbiküm?” diye sormuştu.

Henüz maddeye bürünmeyen canlarımız, Allah’ın cemalini görüp aşık oldukları için, o aşk sarhoşluğunun etkisiyle hep birlikte “Kalû: Bela (Evet! Dediler).” İslam tasavvufuna göre canların Hak Teala’ya olan aşkları nedeniyle yaptıkları bu akit, bu sözleşme, her şeyin aşk ile başladığını gösterdiği gibi, insanın madde alemindeki hayatında da aynı akdin gizli bir anlaşma ve kabul olarak devamlılığını gösterir. Canlarımızın Elest meclisinde aşk ile verdikleri “bela” sözü, varlık aleminde ete kemiğe büründüğümüz zaman da bizi bağlar ve “Bela=Evet!” diyerek tasdik ettiğimiz ahitten artık dönemeyeceğimizi gösterir. Bunun için de eskiler “bela” kelimesini her telaffuz edişte o günü ve o verilen sözü bir kez daha hatırlamaya ve Allah’ın güzelliği karşısında aşk ile kulluk etmeye özen göstermişlerdir. Eğer kullar o sözü hatırlamazdan gelirse Hak Teala bir bela göndererek hatırlanmasını sağlar. İşte bu anlayıştır ki bütün eski şairlerin, “bela” kelimesini andıkları her yerde ezel bezmindeki o söze gönderme yapmalarını adeta zaruri kılmıştır.

Fuzuli üstadımız, Mecnun’u Leyla’nın aşkında pişirip İlahi hakikatlere erdirince, geçtiği menzillere dair bir gönül muhasebesi yaptırır ve aşkın gerçekte ne olduğunu anlamasını sağlar. Mecnun, her şeyi perdesiz görmeye başladığında, “Bildim ki nihan bela imiş aşk / Bir dertli macera imiş aşk (Biliyorum ki aşk gizli=nihan bir bela, bir dertli macera imiş)” itirafında bulunur. Yani ki Mecnun, öncelikle nihan (gizli); sonra da ma-cerâ (akıp giden şey) diyerek bizi hakikat alemine çağırır. Çünkü nihan, aşkın gizliliğinden kinaye olmakla birlikte bela kelimesiyle birlikte kullanıldığında “soyut, mücerret, örtülü, maddenin içinde gizli olan” gibi anlamlar taşır. Bu da insanın maddi varlığı içinde gizli olan can demektir. Mecnun, aşkın ta ezelden, bezm-i elest’ten bir bela ve macera olduğu hakikatine ermiştir. Bu hakikat Halimî’nin bercestesinde şöyle görünür: “Benim derd-i derûnum âşık-ı zâr olmayan bilmez / Mahabbet bir belâdır kim giriftâr olmayan bilmez”. Demek olur ki: “İçimdeki derdimi aşk ile inlemeyenler bilemez. Aşk öyle bir beladır ki, çekmeyen asla bilemez.” Buradaki aşkın bela olması ve aşıklara bela getirmesi aslında onların kötülüğü için değil, bilakis aşk işinde olgunlaşıp kemale ererek Sevgili’yi layıkıyla tanımak ve hakikatine ermek içindir. Çünkü onlar aşkın bir bela olduğunu dillendirirken aslında aşkın bir kader olduğuna inanmış olurlar. “Bela” denilen günde alnımıza yazılmış ve bu dünyada tezahür eden bir kader. Belaya tahammülün, kullukta bir kademe ilerlemesi sayılması bundandır.

Nefî’ diyor ki: “Âşıka ta’n eylemek olmaz mübtelâdır neylesin / Âdeme mihr ü mahabbet bir belâdır neylesin!” Şöyle sadeleştirilebilir: “Âşık oldu diye âşığı ayıplamak olmaz; tutulmuştur bir kere, elden ne gelir?! İnsan olana sevgi ve aşk bir beladır (“bela=evet” denilecek bir kabuldür, gayrı) elden ne gelir.”

Şairin fikrine göre aşk müptelalığı insana ezelde “bela=evet!” tasdikinde bulunduğu vakit yazılmıştır ve bu dünyada bu belayı çekmekten başka çaresi bulunmamaktadır. Daha yaratılış gününde, canlarımızın ilk tattığı lezzet aşk ve sevgi olduğuna göre buna “bela (evet, kabulümdür)” diye can atmak dururken “bela (musibet)” olarak görmek yakışık almaz. Hele de aşk belası insanın kulluktaki kemalini artırıp dururken.

Son bir beyit de Enderunlu Fazıl’dan okuyalım. Buyuruyor ki: “Dil-i Mecnûn arayıp Leyla’sın / Ya belasın bula ya Mevla’sın (Mecnun’un gönlü Leyla’sını ararken ya Leyla’sını bulur, yahut belasını).”

Sizce Mecnun’un belasını bulması, Kalu Bela’da verdiği söz gereği bu dünyada Allah’a kulluk için baş eğip itaat göstermesinden gayrı ne olabilir. Zaten Leyla aşkından Mevla aşkına da böyle yükselinebilinir.

BERCESTE:

Yâ Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni

Bir dem belâ-yı aşktan etme cüdâ beni

Fuzuli